İstanbul imparatorluklar tarihinin başlangıcından beri en önemli şehirlerden biri olarak görülmüştür. Roma imparatorluğunun en önemli iki şehrinden biri olarak tarihin çok eski dönemlerinden beri hyer zaman gözde olmuştur. Bu durum şehrin mimari gelişmesine de büyük etkide bulunmuştur. Şehre sahip olan imparatorlar kendi isimlerini yaşatacak olan muhteşem eserler bırakmak istemişlerdir. Bunun ilk aşaması olarak şu an Ayasofya’nın bulunduğu alana milattan sonra 360 yılında bir kilise yapılmıştır. Ancak bu kilise çıkan isyanlar sonucunda kullanılmaz hale gelmiştir.
Devam eden süreçte 415 yılında aynı yerde bir kilise daha yapılmış ancak bu kilisenin de kaderi isyanda yerle bir olmak olmuştur. Nihayetinde günümüzde bildiğimiz anlamda Ayasofya 532 yılında yapılmaya başlandı. Döneminin en ünlü mimarları yapının inşaatında görev aldı. Antik çağda yapılan pek çok etkileyici yapıdan izler taşıyan Ayasofya’nın sütunları imparatorluğun bünyesinde bulunan Artemis ve Güneş tapınaklarından taşınmıştır. 1453 yılına kadar bir kilise olarak kullanıldıktan sonra İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra Fatih’in emri ile camiye çevrilmiştir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken nokta o dönemde Ayasofya’nın harap bir halde olması ve Fatih’in özel bir ilgi göstererek bu yapıyı hem restore ettirmesi hem de sağlamlaştırmasıdır.
Ayasofya’nın Tarihi Önemi
Ayasofya’nın tarihi önemi aslında İstanbul’un tarihi öneminden ileri gelmektedir. İmparatorların şehri olan İstanbul’da her zaman bu imparatorlukları betimleyen yapılar bulunmuştur. Geçmiş dönemlerde bu yapılar daha küçük boyutlu olsa da 532 yılında yapımına başlanılan Ayasofya döneminin en ihtişamlı yapılarından biri olarak görülmekteydi. Özellikle büyüklüğü ile insanları kendisine hayran bırakıyordu. İçinde yer alan işlemeler ve resimler de döneminin en ünlü ressamları tarafından çizilmişlerdi. Pek çok kralın taç giyme töreni bu yapının içinde veya bahçesinde yapılmıştır. Pek çok farklı imparator gören bu yapı hem Bizans döneminde hem de
Osmanlı döneminde şehrin en gözde yapılarından biri olarak görülmüştür. Hem yapım teknikleri hem de mimari olarak görünüşü geçmişten günümüze pek çok farklı yapıya ilham kaynağı olmuştur. Yaklaşık 1500 yıldır ayakta olsa bile bazı dönemlerde kapsamlı şekilde yenilemeler yapılmıştır. İstanbul’da yaşanan depremlerden nasibini almış ve pek çok kez kubbesinde çatlaklar ve yarıklar oluşmuştur. Bu çatlak ve yarıklar döneminin usta mimarları tarafından özenle tamir edilmiş ve yapının bu güne kadar ayakta kalması sağlanmıştır. Bu noktada özellikle Mimar Sinan’ın yaptığı eklemelerin yapının sağlamlaştırılması noktasında çok büyük etkilerinin olduğu bilinmektedir.
Ayasofya Ne Zaman Cami Oldu
1453 yılında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederek Bizans imparatorluğuna son verdi. Şehre giren Osmanlı ordusu padişahın özel emri ile herhangi bir yağmalama yapmadı. Özellikle mimari ve sanat konularına çok ilgili olan Fatih Ayasofya’ya özel ilgi göstermiş ve restore edilerek cami yapılmasını emretmiştir. Devam eden süreçte özenle restore edilen yapı kısa bir süre içinde ibadete açılmıştır. Ayasofya 1930 yılına kadar cami olarak kullanılmaya devam etti. 1930 yılından sonra müze olarak kullanılmaya başlanılan yapı 90 yıl sonra 2020 yılında yeniden cami olarak kullanılmaya başlandı.
Ayasofya’nın Sırları
Çok eski bir yapı olduğu için pek çok farklı sırrı içinde barındırdığına dair söylemler vardır. Bu noktada günümüzde en çok bilinen sırlardan ilki Hz. Meryem’in gözyaşları ile delinen bir sütunun olduğudur. Diğer bir ilgi çeken sır ise kapıların birinin üzerinde kıyametin ne zaman kopacağına dair bir tarihin bulunduğudur. Son Ayasofya sırrı ise yapının içinde bulunan bir tabut olduğu ve bu tabutun hareket ettirilmesi halinde Ayasofya’nın kendiliğinden yıkılacağıdır.