İstiklal Marşı
Güncel İstiklal Marşımız, 1921'de, mart ayının 12'si resmi olarak Türkiye İstiklal Marşı olarak kabul edildi. En uygun özgün besteyi bulmak ve seçmek için düzenlenen yarışmaya 724 şiir sunuldu ve şair Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı şiir oybirliğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi onayından geçti. Ersoy'un şiirinde on mısra vardır, ancak sadece ilk ikisi milli marşta kullanılmıştır.
İstiklal Marşı için bir müzik bestesinin seçilmesi için düzenlenen başka bir yarışmaya yirmi dört besteci katıldı. Sadece 1924 yılında Kurtuluş Savaşı nedeniyle toplanabilen Konsey, Ali Rıfat Çağatay'ın bestelediği müziği benimsedi. İstiklal Marşı'nın sözleri bu müzikle altı yıl boyunca söylendi. İstiklal Marşı'nın müziği daha sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefi Zeki Üngör'ün yazdığı bir aranjmanla değiştirildi ve o zamandan beri bu müzik eşliğinde İstiklal Marşı'nın sözleri söyleniyor.
Atatürk ve İstiklal Marşı
Türk meclisindeki tartışmaların ardından İstiklal Marşı'nın sözleri Milli Eğitim Bakanlığı Hamdullah Suphi tarafından okundu ve alkışlarla kabul edildi.
Marş müziğinin bestelenmesi için bir komisyon oluşturulmuş ve marşın sözleri şiirden seçilerek duyurulmuştur. Atatürk seçimi onaylamadı ancak komisyonun çalışmalarını yakından takip etti. Yürüyüşün konseptine katıldı ve çok uzun olduğunu, insanları bu kadar uzun süre ayakta tutmanın doğru olmayacağını düşündü. Ancak şu satırları mutlaka kullanmalı olduğunu kabul etti:
- Özgürlük, bayrağımın özgür yaşama hakkıdır.
- Bağımsızlık, milletimin Tanrı'ya ibadet etme hakkıdır.
Atatürk: Bunlar, insanlarımın asla unutmamasını istediğim özlü sözlerdir.
Cumhuriyetin on beşinci yılında İstiklal Marşı söyleyen Dolmabahçe'den gençlerle dolu bir gemi geçiyordu. Atatürk hastaydı, onları içtenlikle dinliyor, melankolik bir şekilde gülümsüyordu.
Atatürk: Beni arıyorlar, memnunlar ve sevinçliler. Tabii ki memnun olacaklar ve memnun olmakta çok haklılar. On beş yıllık bir cumhuriyet söz konusu. Bu ülkemin her vatandaşı adına sevindirici bir sebep.
İstiklal Marşı Sözleri
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
MEHMET AKİF ERSOY